Şehit Kızı Sevcan KAYA ve İstanbul Avrupa Yakası Temsilcimiz E.Alb. Gürkan GÜLÇİN
Sevcan KAYA, 1997 doğumlu. İstanbul Yeditepe Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Grafik Tasarımı bölümü öğrencisi. Babası Savaş KAYA, vatani görevini sırasında Sevcan henüz 8 aylıkken şehit oluyor. Mehmetçik Vakfı İstanbul Avrupa Yakası Temsilcisi E. Albay Gürkan GÜLÇİN, “Şehit ve Gazi çocuklarına diyebileceğim tek şey, babalarını düşünerek hareket etsinler şehit babalarının çocukları olsunlar. O zaman zaten mükemmel insan olurlar.” diyerek babasının adını gururla yaşatmaya çalışan Sevcan’ın Vakıfla tanışma hikâyesinden, dünya çapında elde ettiği başarılara kadar, umutla ve gururla okuyacağınızı düşündüğümüz bir söyleşi gerçekleştirdi.
Sevcan Kızım bize biraz kendinden bahseder misin?
Ben Sevcan KAYA. 1997 yılında Göle / Ardahan’da doğdum. Şu anda Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Tasarım Bölümü 2’nci sınıf öğrencisiyim. Babam Yüksekova / Hakkâri’de askerliğini yaparken, terhisine 4 gün kala teröristlerin karakol baskını sırasında şehit düşmüş. Ben 8 aylıkken bu olay yaşanmış, yani ben babamı hiç görmedim.
Annemle beraber büyüdük. Çünkü o da çok küçükmüş daha 17 yaşındaymış babamı kaybettiğinde. Çok büyük bir aşkla evleniyorlar ama böyle gelişiyor olaylar. O da hayatını hep bana adadı. Tek çocuğuyum, evlenmedi hiç. Bir şekilde aslında babamı bana tanıtan da kendisi. Aslında hiç tanımadığım bir kahramanın kızıyım ama annem bana anlattı babamı. Yani babamı herkesten daha iyi tanıyorum diyebilirim. Annemden eşini, sevgilisini dinledim. Babaannemden oğlunu dinledim. Arkadaşlarıyla görüşüyorum, onlardan nasıl bir arkadaş olduğunu dinledim. Aslında bir insanın tanıyamayacağı kadar çok iyi tanıyorum babamı, yani öyle olduğunu düşünüyorum en azından.
Bir şehit çocuğu olmanın yansımalarını bizimle paylaşır mısın? Neler yaşıyorsun, neler hissediyorsun?
Bir şehit çocuğu olmak, şöyle söyleyeyim; aslında fark etmeden hepimizin sırtına, yani bu durumu yaşayan insanların sırtına o durumdan sonra otomatikman bir sorumluluk yükleniyor. Attığınız adımı dahi düşünerek atmak zorunda kalıyorsunuz. Çünkü birinin ismini taşıyorsunuz ve onun ismine zarar gelmesin diye hareket ediyorsunuz. Hata yapsanız bile bu hatanın büyük olma lüksü yok. Ya da sizi küçük düşürecek bir şey yapmamalısınız. Çünkü şehit çocuğusunuz ve ona göre hareket etmeniz gerekiyor. Aslında biraz hızlı büyümek, erken büyümek zorunda kalıyoruz.
Mehmetçik Vakfıyla ne zaman ve nasıl tanıştın?
Mehmetçik Vakfı ben var olduğumdan beri benim hayatımda. Ben 8 aylıkken bile hayatımdalarmış. Ama ben ilkokuldaki zamanlarımdan hatırlıyorum, ismini ilk o zaman duymuştum. Bu sene ilk defa kültür gezisine katıldım ve Vakıftaki herkesle tanıştım. Aslında burası sadece bir Vakıf değil bence, biz hep birlikte büyük bir aile gibiyiz Vakıf çatısı altında. Gezinin başlangıcında ilk olarak Genel Müdürlüğe gittik, kapıdan içeri girdik, kimse bizi yadırgamadı. Sanki 30 yıldır oraya girip çıkıyormuş gibiydik. Çok güzeldi, dediğim gibi Vakıf değil bence burası, aile ortamı ve benim ikinci ailem.
Kültür gezisinde senin gibi diğer şehit ve gazi çocuklarıyla tanıştın. Gezi nasıl geçti, neler hissettin?
İlk gün biraz çekindim aslında, ilk defa gittim. Bir de şöyle bir şey var bilinçaltında, asker kökenli bir kurum dendiği zaman rütbeli komutanlarla, albaylarla yürüyeceğinizi düşünüp hafif böyle çekingenlik yaşıyorsunuz. Ancak aslında onlar oraya geldikleri zaman albay ya da generalden ziyade bize abi, baba, amca oluyorlar. Yani o rütbeler, biz yan yana geldiğimizde gerimizde kalıyor. Arkadaşlarımla 12 gün geçirdik. Dedik ki “12 gün ne ki?”, kimisine de çok uzun geldi. Ama ayrıldığımızda sanki kardeşlerimizden ayrılıyor gibiydik. Mesela benim şu anda 81 ilde birer kapım var, keza onların da İstanbul’da bir kapısı var. İletişim halindeyiz hâlâ.
Bize biraz okulundan bahseder misin? Ödüllerin var sanırım?
Ben, ilkokulu mahallemizin okulunda okudum. Ortaokulda öğretmenim, çizim yeteneğim olduğunu fark etti. Çok ufak bir okuldu zaten, devlet okulu, sınıflar 50 kişi… Daha sonra, hafta içlerinde öğretmenimle beraber küçük, harabe bir odada resim yapmaya başladım. Bir şekilde o da beni yönlendirdi. Bu benim için bir hobiydi aslında. Daha sonra SBS’ye girdim ve iyi bir puanla sağlık liselerini kazandım. Ama son 12-13 gün kala anneme dedim ki “Anne ben güzel sanatlar okumak istiyorum.” Bir lise vardı, hep duyduğum ve gitmeyi çok istediğim, ama sınav günü geçmiş. Devlet liselerinde senede 1 veya 2 defa sınav yapıyorlar. Özel bir okuldan bahsettiler, özel olduğu için her hafta sınav yapılıyormuş. Onların sınavına girdim. %50 burs kazandım, %50 de babamdan dolayı kontenjanım vardı, onu verdiler. 9’uncu sınıfta aslında çok garip bir şekilde sadece hayal kurmuştum, Amerika’ya gitmek istemiştim. Yurt dışından gelmiş bir arkadaşım vardı. Para biriktiriyorduk Amerika’ya gitmek için, ama sonra acıkıp o parayı yemeğe harcıyorduk. Resim yarışmalarına katılıyorduk sürekli. Öğretmenlerim o konuda çok destek oluyorlardı, bu gibi durumlarda olabildiğince beni hep öne çıkarmaya çalışıyorlardı. Biz yarışmaya katıldık ama sanıyoruz ki bize sertifika falan verilecek. Türkiye’de finallere 2 kişi kaldı, biz ikimiz kaldık ve Amerika’da bulunan New York Oswego Üniversitesi’ne gittik. Konusu insan ve çevre olan bir resim yaptık. Benim İngilizcem hiç yok, bana bir kâğıt verdiler. Kompozisyonumu İngilizceye çevirip okunuşunu yazdılar. Ama ben heyecandan titriyorum. Benden önce jüri önüne çıkan bir arkadaşım vardı ve dedi ki “Çok kabalar, çok resmi ve disiplinliler.” Ben heyecandan “inşallah elimdekini okuyabilirim” noktasındaydım. Jüri geldi, konuşurken sesim falan titriyordu, öyle olunca çok şirin olduğumu söylediler bana. “Sizde kebap var mı? Bana kebap alırsan seni dereceye koyarım” falan şeklinde espriler yaptılar, güldük birlikte ve ben o yıl jüri özel ödülü aldım. Ama bu bana yetmedi. Bir önceki yılın verdiği rahatlıkla 10’uncu sınıfta bir daha hazırlandım. Tabii ki “Nasıl olsa finallere giriyorum” inancının verdiği bir özgüven de vardı biraz. O sene 1’inci dönemin sonunda İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin “İstanbul’un Fethi” konulu bir yarışması vardı. Orada Marmara bölge birincisi oldum. Ama Amerika’dan ses çıkmadı. O sene öyle kaldı. 11’inci sınıfta bir daha hazırlandım. Ama arkadaşlarım 1 ay önce başlıyorlardı hazırlanmaya, ben 6 ay önceden başladım, hırs yaptım derece almak için. Konu yine insan ve çevre üzerineydi. Ben konumu bularak, taslağımı hazırladım. Sonra finaller açıklandı ve finallere ben kaldım. Dünya çapında liseler seviyesinde bilim ve sanat olimpiyatlarıydı. İngilizcem hâlâ kötü ve hâlâ aynı jüri var. Ve jürideki adam hâlâ bana kebap ısmarlarsam beni dereceye sokacağını söylüyor… Neyse, ben kompozisyonumu ve resmimi anlattım. Sonra, onur ödülleri açıklanıyor ama ben yokum… Tam artık “Olmadı, onur ödülü bile alamadım” diye düşünmeye başladığımda adımı söylediler ve orada üçüncülük ödülü aldım. Sahneye çıktım. Herkes bayrak açıyordu, dedim “en güzelini de ben açayım” Bayrağımızı açtım.
Sevcan, 9’uncu Sınıfta, Jüri Özel Ödülünü aldığı
New York / ABD Oswego Üniversitesinde
Annemi aradım, ağlıyordu. Sonra 12’nci sınıfta üniversiteye hazırlandığım için hiçbir yarışmaya katılmadım. Şu anda Yeditepe Üniversitesi Grafik Tasarımı Bölümünde %100 burslu okuyorum.
Sevcan, 11’inci Sınıfta, 3’üncülük ödülünü aldığı
New York / ABD Oswego Üniversitesinde
Gelecek için hedeflerin neler? Biraz da bunlardan konuşalım.
Ben bundan üç dört yıl önce şunu fark ettim. Bizim Ardahan’da bir evimiz daha var, babaannemlerin evi. Oradan bir günlük çıktı, bir açtım, babamın çizimleri, boya kalemleri... Aslında fark etmeden babamdan kalan en büyük mirasmış bu bana. Ondan aldığım bir yetenek bu. Şu anda aslında çizimim orta, çok çok iyi olduğumu iddia etmiyorum ama yaratıcılığım konusunda kendime güveniyorum. Grafik tasarım okuyorum ve şu an bu alanda Türkiye’nin en iyileri ile beraberim. Olabildiğince iyi bir grafiker olmak ve kendi ayaklarımın üzerinde durmak istiyorum. En önemlisi Kahraman Babamın kızı olmak istiyorum. Hedefim bu, yoksa öyle zengin olmak gibi hedeflerim yok. Ben daha ziyade anneme “Beni tek başına büyütmeye çalıştın, ben senin kızın oldum, ben babamın kızı oldum” demek istiyorum. Tek istediğim bu aslında.
Sevcan’ın, Mehmetçik Vakfı’na hediye ettiği, “Şehit Mehmetçik ve Kızı”
temalı kara kalem çalışması
Peki, Mehmetçik Vakfı Dergisi aracılığıyla diğer şehit ve gazi çocuklarına neler söylemek istersin?
Umarım daha fazla olmayız… Yani bir şekilde bu olay durur ve biz artık çoğalmayız. Söylemek istediğim ilk şey bu. İkincisi, evet çok zor bir hayatları olacak, çok zor büyüyecekler. Çok çetin bir savaş olacak hayat onlar için. Ama onlara söyleyeceğim tek şey, babalarının çocukları olsunlar ve herhangi bir adım atarken şunu düşünsünler: “Ben bu adımı atıyorum, babam beni bir yerde görüyor, izliyor, ona göre hareket etmeliyim.” Böyle yaparlarsa kendileri için de çok iyi olur. En azından ne yapılması gerektiğini bilirler. Onlara diyebileceğim tek şey, babalarını düşünerek hareket etsinler şehit babalarının çocukları olsunlar. O zaman zaten mükemmel insan olurlar.
Önceki Sonraki